Bar Günlükleri - 1
- Melodi Simson
- 28 Mar 2017
- 3 dakikada okunur
Yer: Arnavutköy'de bir bar Zaman: 20:00 - 04:00 suları Eküri: İki çok yakın arkadaş + arkadaşın arkadaşları 20:00
Uzun süredir gece dışarı çıkmamış olan ben; artık kafamın japon yapıştırıcısıyla yapıştığından emin olduğum yastıklarımdan ve iki seksen yayıldığım güzelim koltuğumdan kendimi güçlükle kaldırıyorum. Daha gençliğimin baharında olduğumun teoride farkındayım. Ama pratikte emekli memur hayatı yaşamak beni daha çok mutlu ediyor nedense. Evcimen bir insan olduğumu çoktan kabullendim. Asosyalliğin sınırlarında gezdiğimi de biliyorum. Hem ne varmış How I Met Your Mother dizisine baştan dördüncü kez başlamışsam?!
Hazırlanmaya başlamam ve bu gece muhtemelen eve beşten önce dönmeyeceğim fikrine kendimi alıştırmam için net bir pep talk gerekli şuan.. Hani Robert De Niro'nun Taxi Driver'da aynada kendi kendini gaza getirmek için yaptığı türden bir şey...''You talkin' to me? You talkin' to me? Then who the hell else are you talkin' to?'' Benim pep talk'ım bir tık karamsar olmasına rağmen son derece etkili... *Derin bir nefes* - Söz verdin. Bu sefer de ekersen, bir daha kimse seni aramayacak, hiç bir yere davet etmeyecek. Arkadaşsız kalacaksın. Evinde çürüyeceksin. Ölünü 5 gün sonra, komşunun köpeği ceset kokusunu aldıktan sonra bulacaklar... *tekrar derin bir nefes & tebessüm* Tamamdır! Motivasyon tavan yapmış durumda. Artık yüzümü far ve fondötene bulayıp, binde bir görüştüğüm insanlarla zoraki muhabbet etmeye hazırım! *winky wink* Saçlar maşalanır/düzleştirilir, makyaj yapılır, doğru kıyafet seçilir (ne çok açık, ne çok kapalı, tam ortası olmalı...) Saatlerce hazırlanılır. Sanki hepimiz birer Heidi Klum'uz, defileye çıkmaya hazırlanıyoruz... Alt tarafı uyduruk, ücra bir bara gideceğiz; Lagerfeld'le podyumda yürümeyeceğiz ya?! Bu neyin gazı... Biz de bilmiyoruz... Jilet gibi saçlar, aynanın karşısında sağ ve sol gözü eşitleyebilmek için saatlerce uğraşılmış ve sonunda birşeye benzemiş (!) eyeliner ve topuklu ayakkabılarımızla birer Heidi olarak çıkıyoruz evden. Ama şunun da farkındayız: Birkaç saat sonra aynı eve, alkolden bünye susuz kaldığı için büzüşmüş dudaklar, dağılmış saçlar ve akmış gözlerimizle Tim Burton'ın Ölü Gelin'i olarak geri döneceğiz, ve bu konu hakkında yapabileceğimiz hiçbir şey yok...
Fast forward... 23:30 Mekana sağ salim ulaşıldı. Ortam henüz boş. İstanbul gece hayatı müdavimlerinin afyonu patlamamış daha belli ki, teşrif edilmemiş mekana henüz. İşte mekanın en güzel saatleri... Bardan içkinizi rahat rahat alabilirsiniz; hareket kabiliyetiniz metrekareye düşen insan fazlalığı yüzünden henüz kısıtlanmadığı için rahatça hareket edip, dans edebilirsiniz; arkadaşınızla rahatça sohbet edebilirsiniz. En güzeli de, söylediği bir şeyi duymamanıza rağmen kafa sallamanıza henüz gerek yoktur çünkü müzik henüz kafa patlatma aşamasına gelmemiştir. Ortama ısınmak için bardan ilk round kokteyller alınır. Sohbet başlar. Etraf arada bir kolaçan edilir: Yakışıklı birileri var mı? Tanışabileceğimiz eğlenceli bir grup var mı? Burası ne zaman dolacak? Ya da, aslında keşke böyle kalsa da nefes almak daha da zorlaşmasa.... Müzik, kendi düşüncelerinizi bile duymanıza engel olmaya başladığı an, anlayın ki 'gece' başlamıştır. Düşüncelerimin hem yüksek sesli müzik hem de tüketmiş olduğum üçüncü kokteyl sebebiyle -bir kaç saatlik- mutlak sessizliğe gömülmesinden hemen önceki anlarda, çok hızlı bir bilinç akışı yaşarım genelde. O da şu şekilde olur: -Bu tarz müziği sevmiyorum.. -Elimdeki kokteyl ne zaman bitti?! -En iyisi yenisini almaya bara gideyim... -Pardon... Pardon, bakar mısınız? -Barmeni boş yakalamak da mümkün değilmiş, şansıma tüküreyim. E napalım ben de erimiş buzların suyunu içmeye devam ederim, burada saatlerce bekleyecek değilim ya?! -Arkadaşlarım nereye kayboldu?! Bunlar da kaşla göz arası yok oluyorlar! -İyisi mi barda şansımı bir daha deneyeyim. -İtmesene be! Paşa paşa sıranı bekle, ilk ben geldim. Cin-Tonik fazlasıyla sıkıcı bir içki ayrıca. Bari şu sırayı beklediğine değseydi... - Menüdeki en tatlı kokteyl hangisiyse ondan istiyorum! TEŞEKKÜRLER! :) Sonunda arkadaşlarıma ulaştım. Bir tanesi fosur fosur sigara içiyor... Dışarıdan bakan biri için o sigarayı değil, sigara onu içiyor gibi gözüküyor. O kadar çılgın dans ediyor ki, ağzı hariç her yerde bulmak mümkün o sigarayı. Eğer ertesi gün kolunuzda mosmor bir yanık iziyle uyanmak istemiyorsanız; sara krizi geçirir gibi dans ederken bir elinde sigarasını tutan (tutmaya çalışan) arkadaşınızdan yaklaşık bir 5 karış uzakta durmaya gayret gösterin. Benden söylemesi... Gece akar gider, müzik hala bangır bangır... Fast forward... Bilinç akışı no.2: Saat? 03:00 falan... Az kaldı. Birazdan zengin kalkışı yapabilirim. Benim bünyem bu kadarını kaldırıyor kardeşim. Hem 3'e kadar dayanmışım. Madalya takmaları lazım bence bana bunun üzerine... Korktuğum o üç kelimeyi söylemesinler diye arkadaşlarımın gözlerinin içine bakıyorum... Bekliyorum, sırtımdan soğuk terler boşalıyor... Ve işte o an o üç kelime dökülüveriyor birinin dudaklarından... - Hadi Bodrum Mantı! Soru değil de adeta bir emir olarak iletilmiş bu cümleye eş zamanlı birden fazla tepki veriyor beynim. - MANTI!!!!!! - Bu saatte ne mantısı ya?! Yatın zıbarın. Uykunuz yok mu sizin?! - Sadece evime gidip, akmış makyajımı çıkarmak ve sıcacık yatağıma girmek istiyorum. - MANTI!!!!!! - Gelmek istemiyorum dersem çok kızarlar mı? -ama MANTI.... Ve sonuç... 03:30 - Ölü Gelin Mantıcıda... Yakında sinemalarda...
Yorumlar